İ.Ö. 4. yüzyıldan başlayarak 19. yüzyıl sonlarına kadar farklı kültürlerce ve kesintisiz iskan edilen Antalya Kaleiçi, bu süreç içerisinde her kültürün kendine ve önceki kültürlere özgü yapıların yer aldığı bir yerleşim dokusu ile donatılmıştır. Küçük bir kıyı yerleşimi iken İ.Ö. 2. yüzyıl ile birlikte Attaleia adı altında kentleşen Kaleiçi, Roma Dönemi’nde yenilenen sur duvarlarını, bazı genişlemeler, eklemeler ve onarımlar ile 20. yüzyıl başlarına kadar korumuştur. Antik Dönem’de kent içinde yer alan meydanlar (agoralar) ile tapınak, tiyatro, meclis binası, konut gibi kamusal ve sivil yapıların önemli bir bölümü geçen zaman, depremler, yangınlar ve savaşlar yanında farklı dönemlerdeki onarımlar, yenilemeler, yıkımlar, bakımsızlık gibi insan ve doğa kaynaklı etkenler nedeniyle kısmen Antik Dönem’de, kısmen de Bizans Dönemi’nde ortadan kalkmıştır. Kendi kültür anlayışı içinde özellikle yeni dinsel yapılar inşa edilen Bizans Dönemi’nde kent dokusunda büyük bir değişiklik beklenmemelidir. Selçuklular ile başlayan İslamlaşma süreci kentin kuzey yarısını büyük oranda değiştirmesine karşın, kentin güneyindeki bazı Pagan ve Hıristiyanlık yapılarının varlığını sürdürmesini engellememiştir. Henüz Antik Dönem’den başlayarak, her dönem ve her hakim kültürün çok sayıda yapısının günümüze taşınması, farklı kültür anlayışı, bilinçsiz insan ve doğa kaynaklı nedenler yanında surlar ile sınırlı bir alanda zaten olası değildir. Ancak Kaleiçi’nin, kendisi gibi kesintisiz yerleşim gören diğer bazı yerleşimler (örneğin Kaş, Milas ve Bodrum) ile karşılaştırıldığında, yerleşimin ilk kurulduğu yüzyıldan itibaren barındırdığı her kültürün izini günümüze kadar en iyi koruyabilen nadir yerleşimlerden biri olduğu açıkça görülmektedir. Geçmiş dönemlerin bazı kültürel kayıpları halen yaşanan bir kent için büyük bir kayıp gibi görünse de, Kaleiçi’nde gelip geçen her kültürün izini sürebilmek aslında bir o kadar büyük bir zenginliktir.
Klasik, Hellenistik ve Roma Dönemleri’nde benzer kültürel ve toplumsal yaşama sahip olan kentte surlar, Hadrianus Kapısı, Hıdırlık Kulesi ve Kesik Minare Alanı’ndaki agora kalıntısı yanında diğer yapılara ait çok sayıda mimari parça ile karşılaşılmaktadır. İ.S. 4. yüzyılla birlikte hakim olan Hıristiyanlık tüm Antik Dünya’da olduğu gibi dinsel yapılar başta olmak üzere, kendisinden önceki kültürel dokunun bir bölümünü yok etmiş; ancak Kaleiçi’nde bulunan antik tiyatro kalıntısı yanında yukarıda anılan Hadrianus Kapısı ve Hıdırlık Kulesi gibi anıtları kullanarak korumuş ve günümüze aktarılmasında önemli rol oynamıştır. Kentin Hıristiyanlık Dönemi yapılarına ait kalıntılar Yivli Minare Camii ve Kesik Minare Alanı’ndaki kilise dışında ne yazık ki genellikle 19. yüzyıldan kaynaklanmaktadır. Rum ahalinin Selçuklu Dönemi’nde yerleşimin güneyinde barınması ve Selçuklular’ın ağırlıklı olarak kentin kuzeyini iskan etmeleri, Yivli Minare Külliyesi’nin oluşması ve Kesik Minare Alanı’ndaki kilisenin Osmanlı Dönemi’ne kadar asıl işlevini sürdürmesini sağlamıştır. Kesik Minare Camii ve Yivli Minare Camii’nin birer Hıristiyanlık yapısından dönüştürülmesi o dönem için farklı bir bakış açısı ortaya koysa da, aslında kültürel mirasın aktarılması anlamında günümüz için büyük bir şans olmuştur. Zira bu yapılarda, camileşme sürecindeki değişiklik ve eklemeler kısmen değiştirse de, Bizans Dönemi’nin yapısal niteliğini ayrıntıları ile tanıyabilmek günümüzde olasıdır. Kent Türk hakimiyetine girdikten sonra başta Selçuklu Dönemi olmak üzere Beylikler ve Osmanlı Dönemleri’nde cami, mescit, zaviye, medrese, mektep, muallimhane, imaret, han, hamam, türbe ve çeşme gibi çok sayıda dinsel, sosyal, kültürel yapılar yaptırılmış; ancak zaman, yangın, bilinçsiz insan etkileri ve doğal olaylar bu dönemlere ilişkin kent dokusunun kısmen ortadan kalkmasına yol açmıştır. 19. yüzyıl sonlarındaki büyük yangın Kaleiçi’nin güney yarısında yer alan, başta Kesik Minare Camii olmak üzere, çok sayıda konut ve kilise yapısını büyük ölçüde etkilemiştir. Mermerli Terası üzerinde bulunan büyük bir hastane binası ile bazı konaklar 1928 yılı yangınında ortadan kalkmışlardır. İnsan kaynaklı en büyük tahribat özellikle sur duvarlarının kısmen yıkılması ile gerçekleşmiş; 19. yüzyıl sonlarında başlayan süreç yaklaşık 1940’lı yıllara kadar sürmüştür. 20. yüzyılın ikinci yarısında başlayan modern kentleşme de, Kaleiçi dokusunun tarihi niteliğini hızla kaybetmeye başladığı bir dönem, olmuştur. Buna rağmen Kaleiçi, Antalya’nın diğer mevkilerindeki katlı ve betonarme yapılaşmalardan büyük ölçüde korunmuş ve bazı toplumsal yapılar yanında özellikle 19. ve erken 20. yüzyıl sivil mimari örneklerini yansıtan geleneksel doku günümüze kadar özgünlüğünü koruyarak gelebilmiştir. Alanın 1973 yılında Kentsel ve III. Derece Arkeolojik Sit Alanı ilan edilmesi sonrası 473 adet sivil mimarlık örneği yapı, 72 adet anıtsal yapı, 56 adet tescilli kuyu, 93 adet korunması gerekli bahçe, 25 adet tescilli ağaç tescillenmiş, bilinçli ve yasal bir koruma süreci başlatılmıştır.
Kültürel değerlerin 20. yüzyıl içinde insan kaynaklı nedenlerle ve bilinçsizse kaybolması özellikle Kaleiçi dışında daha yoğun olarak görülmektedir. Atatürk Caddesi üzerinde, Kale Kapısı ve Cumhuriyet Meydanı civarında yer alan ve kentin toplumsal, kültürel ve siyasi tarihinde önemli yere sahip olan çok sayıda Geç Osmanlı – Erken Cumhuriyet yapısı ne yazık ki ya niteliğini yitirmiş ya da tamamen ortadan kalkmıştır. Bunlara çok sayıda konut ve eğlence mekanları yanında 1884 yılında inşa edilip 1970’li yılların ortalarında yıkılan Eski Antalya Hükümet Konağı, Kale Kapısı civarında varlığı bilinen diğer mescidler, hanlar, dükkanlar ve eski postane binası sayılabilir.